Kitap Hırsızı | Kitap Yorumu

 5 Ekim günü başladığım bu kitabı dün bitirebildim. Okulumun yoğunluğu -uzaktan olmasına rağmen yine de çok zor- ve benim üşengeçliğim üst üste eklenince bitirmem 22 günümü aldı. 574 sayfa olmasına rağmen akıcılığı ve sürükleyiciliği ile okunması çok rahat olan bir kitaptı. 

Buraya okuduğum tüm kitapların yorumunu eklemiyorum. Bende iz bırakan, sevdiğim ya da hakkında yorum yapmasam eksik hissedeceğim kitapların yorumunu eklemeye çalışıyorum. Kitap Hırsızı bende iz bıraktığı için bugün bu satırları buraya döküyorum.

İkinci Dünya savaşı sıralarında Alman bir aileye evlatlık verilen Liesel Meminger'in hikayesini anlatan bu romanın en ilginç ve en dokunaklı noktası bana göre anlatıcının "ölüm meleği" olmasıydı. Hikayeyi "ölüm meleği" ya da geleneksel şekilde değerlendirirsek Azrail'in anlatması hem ürküttü hem de savaşın gerçekleriyle yüz yüze getirdi.11 yaşındaki küçük bir kız çocuğunun Himmel Sokağı'ndaki sefil yaşamını ve çocukluk enerjisini amansız bir savaşın gölgesinde izletirken aynı zamanda birçok kavramı da sorgulatıp durdurdu. 

Alman bir ailenin -Hubermann'lar- bodrumunda bir Yahudi'yi saklamasında, bu Yahudi'nin çok uzun bir süre güneş ışığına hasret kalmasında insanlığımızı sorguladım. Irkçılık üzerine düşündüm. Yahudi bir boksör olan Max'in geceleri bodrumdayken Hitler'le boks maçı yaptığına dair halüsinasyonlar gördüğü zamanlarda nefreti sorguladım. Farklılığa olan nefreti. Saldırılar olduğunda komşusunun sığınağına giden Hubermann ailesinin ardından Max'in tüm tehlikeye rağmen bodrumundan çıkıp çok kısa bir süreliğine gökyüzüne bakması üzerine ise kelimelerim tükeniyor. 

Dönemin şartları zor. Liesel'ı evlatlık edinen ailenin maddi durumu da oldukça kötüyken her zaman hayata tutunmaya çalışan küçük bir kızı okumak içimde umut yaratmıştı. Sıcak, hüzünlü biraz da kalbi kırık bir hikayeydi bu. Evin babası Hans Hubermann'ın açık yürekliliği, tüm asabiliğine rağmen Rosa Hubermann'ın merhameti ve masum bir kitap hırsızı olan Liesel Meminger'in hikayesi bende iz bırakacak türden bir hikayeydi. Kitap hırsızlığı konusunda da kitap boyunca aklıma hep çocukluğum geldi. Anneme hep ısrar ederdim bana yeni kitaplar alması için. Annem beni hiçbir zaman kırmamıştır, çok sık aralıklarla bana kitap alırdı. Alamadığım zamanlarda da arkadaşlarımdan ya da kütüphaneden bir şekilde temin etmeye çalışırdım. Yıllar beni değiştirmedi, halen böyleyim. Liesel'de kendimi gördüm. Özellikle de çocukluğumu. Liesel'in okuma sevgisini belki de bu yüzden çok iyi anladım. 

Liesel'in Rudy ile olan arkadaşlığı da kitabın ayrı bir kilit taşıydı. Liesel'e aşık olan Rudy aynı zamanda Liesel'in en iyi arkadaşıydı. Kitap boyunca Liesel'in kendisini öpmesini isterken gördüğümüzde yüzümüzde tebessüm oluşturacak kadar içten bir karakterdi Rudy. Bu çok istediği öpücüğü ise Liesel ona cesedini öperek verdi. Beni en çok etkileyen kısım belki de buydu. Roman her ne kadar kurgu olsa da savaşın zalimliğini biliyoruz. Hubermann ailesi, Himmel sokağı, Max ya da az önce bahsettiğim Rudy gerçek hayatta asla var olmamış olsalar da isimler ne fark eder ki? Savaş aynı savaş, ölüm aynı ölüm. Nefret aynı nefret.

Yazımı bitirmeden önce bu kitabın filminden de bahsetmek istiyorum. Aynı isimde 2013 yılında çekilmiş bir filmi mevcut. Film hakkında hem iyi hem kötü yorumlar okudum. Uyarlamanın kötü olduğuna dair yorumlar vardı ama izlemediğim için fikir belirtemiyorum. Kitabı çok beğendiğim için filmini de izlemeyi düşünüyorum. Belki gün gelir, burada film hakkındaki düşüncelerimden de bahsederim. 

Kitaptan bir alıntıyla yazımı bitirmek istiyorum. Sevgiyle kalın.

"İnsanları hep en iyi ve en kötü durumlarında bulurum. Hem güzelliklerini hem çirkinliklerini görürüm ve ikisinin nasıl aynı yaratıkta olabildiğini merak ederim."




Yorumlar

Popüler Yayınlar