neler izledim? #2
MAID
Bekar bir annenin yaşam mücadelesi olarak özetleyebilirim bu diziyi. Alex bipolar bir anne ve varlığı belirsiz bir baba arasında büyümüş bir çocuk. Sevgilisi Sean'la tanışıp erken yaşta anne olmasıyla da üniversite hayallerini geride bırakmak zorunda kalmış genç bir kadın. Alkol sorunu olan sorumsuz, yer yer öfke problemleri ile korkutan Sean'la daha fazla devam ettiremeyeceğini anlayan Alex yanına kızını da alarak bir gece vakti evden kaçar. Hikaye de tam bu noktada başlar.
Ekonomik özgürlüğü olmayan, yalnız ve her zaman kendi başının çaresine bakmak zorunda kalmış olan Alex kızı ve kendisi için yeni bir hayat inşa etmeye çalışır. Dizi bu çerçevede ilerlerken oldukça dramatik olan bu konuyu dramatize etmeden ama duygusallığı da elden kaybetmeden aktarıyor. Toplumda bekar bir anne olarak var olmayı, yoksulluk içinde geçen hayatı, sosyal devletin prosedürlerinin işlemesindeki aksaklıkları çıplak bir biçimde ortaya seren dizi yer yer gülümsetip çoğu zaman hüzünlendiriyor. Başarılı oyunculukların sahne aldığı Maid içe işleyen hikayesi ile bu seneki favori dizilerimden biri oldu. Pes etmeden, düştüğü yerden kalkıp devam ederek hayallerinin peşinden koşan Alex'i izlerken hem kadın olmanın zorlukları hakkında düşündüm hem de Alex'e gıpta ettim. Alex ve kızı Maddy'nin arasındaki anne-kız ilişkisini, Alex'in annesinden hayatı boyunca hiç görmediği ilgiyi kendi çocuğundan esirgememesini ve kızı Maddy için yaptıklarını izlerken ise iyi bir anne olmanın kutsal bir değere sahip olduğuna karar verdim.
After Life
Depresyon ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Eşini kanserden kaybeden ve bu kaybın ardından depresyona giren Tony'nin hikayesi kara mizahla harmanlanarak çok özel bir hikayeye dönüştürülmüş. İnsanları umursamadan istediği gibi hareket eden Tony dizinin başlarında kimseyi kırmaktan çekinmez, keyfine göre işe gider, köpeğinin mamasını bile vermeyi unutur. Hayattan tiksinir vaziyettedir. İntihar etmeyi düşünür ama beceremez. Çünkü eşi Lisa'dan kendisine emanet kalan bir köpeği vardır ve onu geride bırakamaz. Bu karanlık ruh halinde, hayattan zerre kadar zevk almadan ilerleyen Tony için belki de günün en güzel anı eşinin videolarını izlediği zamandır. Dizi ilerledikçe -Tony için zaman ilerledikçe- Tony hayatın kendisinden bağımsız olarak yine de devam ettiğini fark eder ve bireysel dönüşümü başlar. Depresyondan çıkmaya çalışır, çevresindeki insanların kendisine olan sevgisini fark eder ve eskisi kadar kaba davranmamaya başlar. Hayatın her şeye rağmen yaşanmaya değer olduğunu görür.
After Life'ı izlerken çok duygulandım. Tony'i çoğu zaman anladım ve onun depresyondan çıkmak için çabaladığı her an yüzümde umutlu bir gülümsemeyle hikayenin sonunu bekledim. After Life gülümsetirken bile insanın içini acıtan bir dizi.
After Life'ı bitireli 2 aydan fazla oluyor. Şimdi geriye dönüp düşünüyorum. Ben Tony'nin hikayesinden ne anladım, hangi dersleri çıkardım?
"Hayat aslında duygularımız, arzularımız, şikayetlerimiz, umutlarımız ve bizi biz yapan her şey hakkında dönen bir dünya olmadığı için kafamızda çizdiğimiz "bencil" hayat anlayışından sıyrılmalı ve sevginin hayatı yaşanır kılan gücünü sevdiklerimizle paylaşabilmeliyiz. En kötü anlarımızda, boğazımıza kadar dibe battığımızda, geleceğe dair olumlu hiçbir şey göremediğimizde bile hayat devam eder ve belki de yapmamız gereken tek şey kendimizi hayatın akışına bırakmaktır."
Yorumlar
Yorum Gönder